Yağmurlu bir Kasım sabahında Karaköy'deyiz. Neolonca markasının kurucusu ve kreatif direktörü, tasarımcı Banu Yentürk ile Pazar rutinlerini, seyahat etmeyi sevdiği yerleri ve yeni markasının doğuş hikayesini konuştuk.

Sizin için ‘Perfect Weekend’ neyi ifade ediyor?
Perfect Weekend, benim için zamanın akışını yavaşlatmak ve hayatın küçük ama anlamlı detaylarında kaybolmak demek. Hem sevdiklerimle keyifli sohbetlerle dolu bir masanın etrafında olmak, hem de kendi iç dünyamla baş başa kalabileceğim bir kaçış yaratmak…
Düzenli bir Cumartesi / Pazar günü rutininiz var mı?
Hafta sonları sabahları günün ilk ışıklarıyla kalkmak benim için vazgeçilmezdir. Gözlerimi açar açmaz içimdeki ritmi yakalayan bir müziği odada hissetmek, güne hafif ve ilham dolu bir başlangıç yapmamı sağlar. Ardından, mis gibi kokular sıralansın isterim, bir kahve eşliğinde… Mevsimlere göre değişen ritüellerim var. Mevsim kış ise dergilere ve kitaplara dalar, renkler ve fikirlerle kendimi mutlu ederim. Sabahın erken saatlerinde iyi bir film bulup seyretmek de bu anlara eşlik eden keyiflerimden biridir ve bu bittiğinde geç bir sabah olmuştur… Eğer yaz ya da baharsa, film yerine kendimi erkenden sakin sokaklara, etrafın uyanışına bırakırım… Pazar günleri ise mutfağa girip özenle yemek hazırlamak, ardından güzel bir masa kurmak benim için bir ritüeldir. Öncesinde hazırladığım keyifli bir içkiyle geç bir öğle yemeği, ailem ve dostlarımla paylaşmak…
İstanbul’da hafta sonu için kaçamak noktalarınız nereler?
Genellikle Tarihi Yarımada’da başlar. Çok erken saatlerde Ayasofya ve Sultanahmet Meydanı’nda olmak bana ayrı bir keyif verir. Arkeoloji Müzesi ya da Topkapı Sarayı’na uğramak da vazgeçilmezlerimden. Ancak bu, tam anlamıyla bir müze gezisi gibi değildir. Bazen sadece Topkapı Sarayı’nın bahçesinde zaman geçirir, bazen tılsımlı gömlekleri seyrederim. Arkeoloji Müzesi’nde Batı Anadolu oryantalizan seramiğine ya da Tykhe Heykeli’ne takılıp bir süre onlara dalarım. Etraf kalabalıklaşmaya başladığında sevdiğim bir halıcı ve kilimciyi tekrar tekrar ziyaret edip halılara ve kilimlere hayranlıkla bakar, yörelerini ve özelliklerini dinlerim… Her seferinde yeniden büyülenmek benim için hafta sonlarının en özel anlarındandır.
‘Long Weekend’ olarak favori seyahat rotalarınız nereler?
Genellikle avucumun içi gibi bildiğim lokal gibi olacağım yerleri tercih ediyorum. Bu tür seyahatler yeni bir keşif değil, daha çok bildiklerimi derinlemesine öğrenmek ve tecrübe etmek oluyor. Côte D'Azur ve Provence, favorilerim arasında. Ayrıca, Paris ve Londra gibi klasik şehirlerde Tuileries Bahçesi ya da Hyde Park’ta vakit geçirmek, şehirlere dair daha önce farketmediğim ince detayları görmek beni çok mutlu eder. Bu seyahatler, her gidişimde şehirle daha derin bir bağ kurmamı sağlıyor.

Seyahat etmek sizi nasıl besliyor?
Seyahatlerim, tasarımlarıma ve yaşam felsefeme ilham veriyor. Farklı kültürlerin hikayeleri, el sanatları ve renk paletleri beni her zaman etkiler. Seyahat ederken zanaatkarlığın izlerini bulmayı ve o dokuyu ürünlerime taşımayı seviyorum.
Tercihiniz genelde şehir seyahatleri mi yoksa kültürel geziler mi oluyor?
Her ikisi de diyebilirim. Şehir seyahatleri enerjimi artırırken, kültürel geziler beni derinlemesine besliyor. Bu yüzden ikisini bir arada yapmayı her zaman tercih ediyorum. Aslında şehir seyahatlerim de kültürle iç içe geçiyor. Her gittiğim şehirde, o şehri kültürünün izlerini takip ederek keşfetmek, şehirle bağ kurmak her zaman önceliğim oluyor. Ayrıca mesleğimin verdiği bir hal her şeyi tatmayı, her detayı iç içe geçirmeyi bir keyif olarak yaşıyorum.
Henüz gitmediğiniz ve en çok görmek istediğiniz şehir/ülke neresi?
Japonya uzun zamandır görmek istediğim bir yer. Zanaat ve tasarımla olan derin bağları beni çok etkiliyor.

Yurt içi ya da dışı en favori oteliniz hangisi? Ya da konaklamak istediğiniz bir otel var mı?
Jaipur’da Rambagh Palace, Bangkok’ta Mandarin Oriental, Singapur’da Raffles, Japonya’da Aman Kyoto (üstteki görsel), Yunanistan’da Aman Zoe’yi sayabilirim. Türkiye Antakya’da The Museum Hotel ve İstanbul’da The Peninsula, kalmak istediğim oteller arasında…
Ya restoran? Hangi dünya mutfağını seviyorsunuz?
Aslında en sevdiğim mutfak diye tek bir şey söylemem mümkün değil gibi ama Akdeniz ve Ege mutfağı benim için aile gibi sıcak ve yakın bir şey. Bu tatlar özel bir yer tutuyor. Ama Hint mutfağının baharatlı zenginliği, Thai mutfağının ferahlatıcı tatları, Japon mutfağının sade ve rafine dokunuşları da bana çok hitap ediyor. Yani, her mutfak, içinde bulunduğum duygusal atmosfer ve o anki ihtiyacım doğrultusunda farklı bir anlam kazanıyor…
Sizce ideal seyahat arkadaşı nasıl olmalı?
Keşfetmeye açık ve spontane kararlara açık, akışta, ritmi yakalayabilen. Seyahat, sadece varmakla ilgili değil, başlandığı andan itibaren birlikte ya da ayrı geçen her anın keyfini çıkarabilen biri ile olmalı. Gittiğiniz her yeni yerin, tanıştığınız her yeni kültürün, paylaştığınız her sohbetin tadını çıkarabilen biri…

En son nereye seyahat ettiniz? Orada ne keşfettiniz?
En son Hatay’a seyahat ettim. Hatta bu aralar hep Hatay’a seyahat ettim. Titus Tüneli çıkışı ile başlayan Arsuz‘a kadar devam eden Samandağ sahil yolunu, oradaki deniz fenerini ve kimyonlu balığı keşfettim.
Seyahatlerinizdeki alışverişlerde neler almayı tercih ediyorsunuz? “Elim boş dönmem!” dediğiniz şeyler neler?
Her zaman o bölgenin kültürünü yansıtan geleneksel dokular, kumaşlar, objeler veya kağıtlar gibi kültüre ait izler taşıyan her şeyi almayı tercih ederim. Bilgi ve görsellik içeren kitaplar, oraya ait önemli bir yazarın, şairin ya da efsanenin eserleri ya da o yerin mutfağını keşfettiğim bir yemek kitabı da mutlaka edinirim. Kitaplar benim için en değerli hatıralar. Kısacası, her seyahatten büyük ya da küçük, mutlaka bir kitap ya da kitaplarla dönerim.
Hayatı nasıl yaşamayı seviyorsunuz? Hayat felsefeniz nedir?
Her duyguyu ve her anı olduğu gibi kabul ederek yaşamak gerektiğine inanıyor ve olabildiğince bu bilince uyum sağlamaya çalışıyorum. Coşkulu, yalın, inişli çıkışlı her anı tecrübe ederek kabul etmenin, hayatın anlamını kazandırdığına inanıyorum. Hayat, ne zaman biteceği belli olmayan bir hikaye ise farkında olarak, üretken olarak ve paylaşarak anlamlandırmayı tercih ediyorum.

Banu Yentür olarak tasarım anlayışınızı 2-3 cümle ile özetler misiniz?
Tasarım anlayışım, geçmişin derinliklerinden ilham alarak çağdaş ürünler tasarlamaya dayanır. Geleneksel zanaatkarlığı korurken, estetik ve fonksiyonelliği bir bütünde bir araya getirmeyi hedeflerim.
Neolonca’yı kurma fikri nasıl ve ne zaman doğdu? Hikayesini özetler misiniz?
Neolonca, uzun zamandır düşündüğüm bir projeydi. Bu fikir, benim için bir sorumluluğa dönüşmüştü. Sonra doğup büyüdüğüm güzel hatıralara sahip olduğum babamın topraklarında yaşanan doğa felaketinin ardından kaybolma endişesinin yükseldiği zamanlarda daha netleşti.
Sanat ve zanaat ile aranız iyi. Bu emeklerin altında yoğun ve derin iş gücü ve duygu var. Bu konuda bize neler söylemek istersiniz?
Sanat ve zanaat, sadece bir üretim değil, aynı zamanda geçmişten geleceğe taşınan bir miras. Bu emeklerin altında büyük bir ustalık, sabır ve duygu yatıyor. Her bir zanaatkarın sanatçının emeği hem tasarımlarımıza hem birbirlerine ruh katıyor.
Neolonca ürün gamına / koleksiyonuna dahil edeceğiniz işlerde neye öncelik veriyorsunuz? Belli bir ortak nokta olmalı…
Neolonca ürün gamına dahil edeceğimiz işlerde önceliğimiz, kaybolmaya yüz tutmuş, korunması gereken ve insan emeğini yansıtan tasarımlar. Her bir ürünün ardında, o tasarımı oluşturan kişinin heyecanını ve emeğini hissederek, bu değerleri koruyarak, ona sahip çıkmak istiyoruz. Bu, hem bir sorumluluk, hem de bir onur kaynağı… Bunun sürdürülebilir bir şekilde kolektif bir bilinçle ve farklı disiplinlerle oluşan markadan ilerlemesi için gayret gösteriyorum. Umuyorum ki bu bir miras kalsın…
Yapım: Rana Korgül
Fotoğraflar: Ali Çolpan
Mekan: 212 Photography
Yayın Yönetmeni: Kubilay Sakarya
コメント