Kuzey İspanya’nın gururu Bilbao, sadece futbola değil; mimariye, sanata ve yeme-içmeye kendini kaptırmış. Haftasonu için ideal bir destinasyon olan şehir, tahminlerden çok daha güzel ve gelişmiş…
YAZI ve FOTOĞRAFLAR RANA KORGÜL

İstanbul’dan 4 saat süren direkt uçakla bir Cumartesi sabahı kendimizi Bilbao’da bulduk. Görsel şölen, uçağımızın ünlü İspanyol mimar Santiago Calatrava’nın La Paloma isimli eşsiz tasarımı olan Sondika Havalimanı’na inmesiyle başlıyordu. Kiraladığımız arabamızla Bilbao şehir merkezine 20 dakikada vardık. Şehre 1970’de yapılmış kırmızı La Salve Köprüsü’nden girince şehrin kalkınmasına en büyük desteği sağlayan, 20.yy’ın ikonik mimari yapılarından biri olan Guggenheim Müzesi ile burun buruna geliyoruz. Sadece Kanada asıllı Amerika’lı ünlü mimar Frank O. Gehry’nin tasarımı müzeyi görmek için bu şehre gelenlerden biri olarak, Bilbao seyahatinin ilk durağı belliydi. Nervion nehrinin kıyısındaki bu müzeye çok yakın olan, Design Hotels zincirindeki Hotel Miro hiç şüphesiz konaklama adına en doğru adreslerden biri.

Otel yerleşmesi ardından yaptığımız müze ziyaretinde Louise Bourgeois, Eduardo Chillida, Yves Klein, Jeff Koons, Fujiko Nakaya, Anish Kapoor, Richard Serra ve Daniel Buren gibi sanatçıların eserlerine rastlıyoruz. Bazıları müzenin içinde, bazıları da dışında. Hepsi birbirinden ayrı etkileyici. Elbette müzenin kendisinin de çok özel bir tasarım olması da ayrı bir konu. Zaten bu onu tek başına bir sanateseri kılıyor. Guggenheim Müzesi titanyum, cam ve kireçtaşından inşa edilmiş. Titanyumlar Avustralya’dan çıkarılıp Kanada’da işlenmiş, daha sonra Japonya’da form alıp boyanmış ve sonunda Bilbao’ya ulaşmışlar. Kesinlikle tek günde bitmeyecek bir müze burası. Şehirdeki Güzel Sanatlar Müzesi’ni de programa eklerseniz, iki tam gün sadece müzelere ayırmanız, en doğrusu olacaktır.
Kuzey İspanya Bask Bölgesi deyince yemekler ve şaraplar da kendinden çok söz ettiriyor. Gastronomik deneyim niteliğindeki tüm restoranlar ve barlar lezzet konusunda tartışılmaz. Dünyanın gastronomi başkentlerinden biri sayılan Bilbao, çeşitli restoran ve Pintxos denen atıştırmalık barlara ev sahipliği yapıyor. Yalnış anlaşılmasın, bunlar bildiğimiz Tapas barları değil. Bask’lara Tapas bar sorduğunuzda hemen sizi Pintxos diye düzeltiyorlar. Restoranlarda Etxanobe Michelen yıldızıyla ilk sırayı alırken, Porrue, Casa Rufo, El Perro Chico, Markina, Atea, Yandiola, Bascook ve Public Lounge; Pintxos barlar da ise La Vina del Ensanche, Victor Montes, Irrintzi, Gatz ve Bitoque Albia sayılabilir. Küçük bir şehir ama kocaman bir yeme-içme dünyası...

Şehir oldukça temiz, sakin ve huzurlu. İstanbul’a kıyasla kesinlikle kalabalık değil; ancak Bilbao, Kuzey İspanya’nın nüfusu en yoğun şehri olarak biliniyor. Hava derseniz, İstanbul’a aynı paralelde olduğu için benzer iklim şartlarını gösteriyor.
Alışveriş olarak Persuade ve Hoss Intropia, kadınlar için kesinlikle elleri boş çıkamayacakları yegane iki mağaza. Desenli espadriller, taşlı hasır çantalar ve ipek elbiseler muhakkak alınmalı! Bu arada öğlen Siestasaatini de unutmamak gerekiyor. Tüm mağazalar öğlen kapanıyor. Bazıları 2, bazıları da 3 saat kapalı olabiliyor. Ancak hepsi tekrar 16:00 gibi açılıyor ve akşam 20:00’de kapanıyorlar.

Müze, yemek ve alışveriş ile geçen keyifli iki tam günden sonra rotamızı ikinci durağımız olan Bilbao’nun 120 km güneyindeki La Rioja bölgesine çeviriyoruz. Yollar çok rahat ve bakımlı. Yemyeşil, resimsel peyzaj manzaralarıyla dolu otobandan ilerleyerek El Ciego kasabasına varıyoruz. Burası çok sessiz ve sakin bir kasaba. Sayfiye bir yer demek en doğrusu. Burada yine mimar Frank O. Gehry’nin tasarımı olan Hotel Marqués De Riscal var. Amaç ta zaten bu otele gelip Gehry’nin bir başka eserine görmekti. Mimaride dekonstrüktivizmin öncü uygulayıcılarından olan Gehry, ilk başta bu projeyi kabul etmek istememiş, tıpkı Bilbao’daki Guggenheim Müze projesini istemediği gibi. Ancak bölgeye yaptığı ziyaret sırasında kendi doğum tarihi olan 1929 yapımı Herederos Del Marqués de Riscal şaraplarından iki şişe içtikten sonra projeyi kabul etmiş. Günümüzün, yaşayan en önemli mimarlarından sayılan ve çalışmalarında mimarı ile tasarımı, sanatı birleştiren Gehry, burada da oldukça dikkat çekici bir projeye imza atmış. Otel, lüks bir zincire ait ve 43 farklı kategoride odaya sahip. Michelin yıldızlı Restaurante Gastronomico Marqués de Riscal, Bistro 1860 ve Caudalie Vinothérapie spası ayrı keyif alacağınız otel içindeki mekanlar. Otel aynı zamanda çok köklü, 1858’de kurulmuş Herederos Del Marqués de Riscal şaraphanesiyle aynı tesiste yer alıyor. 100,000m2’lik bir araziye yayılmış tesis, görülmeye değer bir güzellik. El Ciego kasabasında yürüyerek yapacağınız bir saatlik gezinti tüm kasabasıyı görmenize yetiyor. El Ciego’ya bir gün ve çevredeki diğer tasarım şaraphanelerine de başka bir gün ayırırsanız, iki tam günde bu bölgeyi tamamlamış olursunuz. Böylece Napa Valley kıvamındaki bu eşsiz Avrupa şarap diyarını tatma şansını elde edersiniz.

La Rioja bölgesinde ayrıca Zaha Hadid tasarımı R. López de Heredia Viña Tondonia, Santiago Calatrava tasarımı Bodegas Ysios, Philippe Mazières tasarımı Bodega Viña Real, Iñaki Aspiazu Iza tasarımı Bodegas Baigorri adlı şaraphaneleri bulunuyor. Bölgede toplam 150 şaraphane ve 14,000 bağ mevcut. Tempranillo, Garnacha, Graciano, Mazuelo adlı üzümler ise bu leziz şarapların hammaddesini oluşturuyorlar. Ancak bizim damağımıza en güzel ve uygun olan Herederos Del Marqués de Riscal şaraplarından kırmızı 2007 Finca Torrea oldu. Bu arada burada başka bir keşfimiz de oldu. 2012’de sektöründe altın madalya alan Idiazabalpeyniri şaşırtacak derecede lezzetliydi. Koyun sütünden yapılan bu peyniri havaalanında da bulmak mümkün. Ancak bir uyarı: Bu peynir alanda, şehir içindeki bir marketten alacağınızdan 3 kat daha pahalı. Almadan gelmeyin ama alandan da almayın! Şehir içi bir markete uğramışken, Jamon Serrano adlı etten alıp ince dilimler halinde kestirip vakumlatırsanız, kolaylıkla bozulmadan İstanbul’a yanınızda getirebilirsiniz.

Dört keyifli ve hiç yormayan günden sonra İstanbul uçağına binmek üzere havalanmaya hazır bir kumru ya da Concord misali bizi bekleyen Sondika Havaalanı’na gidiyoruz. Saygıyı ve övgüyü çokça hakkeden, tadı damağımızda kalan Kuzey İspanya’ye tekrar geri dönebiliriz…
Comentários